Puslu Kıtalar Atlası... Tüm kitapseverlerin okumasını can-ı gönülden istediğim harikulade bir eser. Eski Türkçe kelimelerin bolca geçtiği üslup açısından benzersiz, bir başka örneğini dana görüp duymadığım, ''dış kapının mandalı'' diyeceginiz karakterlerin bile ince ayrıntılarına kadar betimlenip süslendiği , m.s 1681 İstanbul'unda geçen bir hikayeyi anlatıyor kitap. O dönemde ki İstanbul'u sokak sokak gezip görüyorsunuz adeta. ''Tarihi-Fantastik'' olarak nitelendirilen kitaba niçin fantastik denildiği; okuyup bitirdikten sonra gayet iyi anlaşılıyor.
Yazar öyle ilginç bir kurgu yapmış ki çözebilene helâl olsun. İlk bölümde bahsettiği bir olayın nedenini kitabın sonunda söylemiş ya da kitabın sonunda olan bir şeyin nedenini bilmem kaçıncı sayfada vermiş. En güzel ayrıntılardan biride kitap kapağı. Sıradan bir kapak değil bu. Kitabı okuyorsunuz yeni bir karakter ile karşılaştınız hemen kapağa bakıp zaten iyi bir betimleme sonucu hayalinizde halihazırda canlanmış karakteri birde gözlerinizde görmek ayrı bir keyif veriyor. Ben saatlerce anlatsam yinede tatmin olman iyisimi siz okuyun pişman olmazsınız ;)
İhsan Oktay Anar'ı merak ettim açıkcası. Nette gezinirken bir röportajına rastladım ilgi çekici birkaç bölümü paylaşmak istiyorum:
“Benim asıl kimliğim yazarlık değildir. Yarın belki bütün elyazmaları, notları, kütüphanemi terkederek ortalama bir kemancı olmaya çalışırım. Fakat kemana da bağlı kalamam. Yani bir insanın kendini yazar, öğrenci, genel müdür kimliği içine sıkıştırmasını ve bununla kıvanç duymasını anlayamıyorum. Dünya o kadar büyük ve seçenekleri o kadar fazla ki keman çalmak bize zevk veriyorsa niye yazar olarak kalalım, bu dünyaya eğlenmeye geldik.”
Adnan Özer’in, “Müzik ilgisi nereden geliyor?” sorusuna, şu anlamlı cevabı veriyor İhsan Oktay Anar:
“Çok kritik bir yerde askerlik yaptım. Orada Mozart, Bach, Hendel dinlerdim. Müzik duyguları anlatır ve o zaman aşırı duygular yaşadığımı hissettim. Müziğin duygularıma tercüman olacağını düşündüm. Bir keman aldım ve keman öğrenmeye çalışıyorum.”
Ve kuşkusuz en çarpıcısı, en son soru ve Anar’ın cevabı:
“Bundan sonra neler yapacaksınız?”
“Hiç belli olmaz..”
“Bundan sonra neler yapacaksınız?”
“Hiç belli olmaz..”
Kitaptan ufak bir alıntı ile sonlandırayım yazımı:
''Yeniçeriler kapıyı zorlarken Uzun İhsan Efendi hala malum konuyu düşünüyor, fakat işin içinden bir türlü çıkamıyordu…‘Rendekar doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öylese varım. Oldukça makul. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. Öylese gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum... Kapı kırıldığında Uzun İhsan Efendi kitabı kapandı. az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasından şunları geçirdi: Dünya bir düştür. Evet, dünya..Ah! Evet, dünya bir masaldır.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Çıtını çıkar!